İLK 25
1-Beşinci Mevsim (La Cinquième Saison / The Fifth Season) (2012): Belçikalı Peter Brosens-Jessica Woodworth ikilisi, “Khadak” ve “Altiplano”yu içeren üçlemelerinin son ve en etkileyici halkası ile karşımızda! “Beşinci Mevsim”, Aki Karusmäki ile Wojciech Has’ın sinemasal yetilerini bir Fransız köyünde ‘mevsimsel dönüşüm’ adına konumlandırıyor. Daha önce görmediğimiz bir üslupla yedinci sanatın kitaplarına adlarını kıyamet yönelimli bir yaklaşımla yazdırıyor. Şüphesiz, hayat parçaları sabit çerçevelerde hiç bu kadar özgün canlandırılmamıştı.
2-Kurt Çocuk (Neuk-dae-so-nyeon / Werewolf Boy) (2012): ‘Genç kurt’ tanımının içinden kendine bir yol bulurken politik ve sosyolojik olabilen, Güney Kore usulü alt tür ürünü. “Kurt Çocuk”, kurt adam filmini masalsı, pembe dizi tanımlı, melez ve camp (bilinçli bayağılık estetiği) bir dünyaya transfer ederken 80’lerin atılımlarından ve 60’ların coğrafyasından besleniyor. Ju Soon-He’yi de Güney Kore sinemasının en sıra dışı isimleri arasına yerleştiriyor.
3-Babadan Oğula (The Place Beyond the Pines) (2012): Bizde “Aşk ve Küller” adıyla gösterilen “Blue Valentine” ile tanıdığımız Derek Cianfrance, bu kez soluğu ‘polisiye’ kalıplarının kenarında alıyor. Ryan Gosling, Bradley Cooper ve Eva Mendes’li 70’ler Hollywood’una öykünen bu özellikli çalışma, bir anlamda ‘tersine bir polisiye üçgeni’ yaratıyor. Bunu nasıl yaptığı ise sinema salonunda açığa çıkmalı.
4-Karanlıktan Aydınlığa (Post Tenebras Lux) (2012): Sinemasını her filminde daha da geliştiren Carlos Reygadas, “Japon” ve “Cennette Savaş”ın ardından “Sessiz Işık”ta zirve noktasını görmüştü. “Karanlıktan Aydınlığa” ise onun işitsel doygunluk ve minimalist ustalık arasındaki dünyasını ‘tam ekran’ (1.37:1) formatında bir sinema cümbüşüne çeviriyor.
5-Cennet Üçlemesi (Paradies / Paradise Trilogy) (2012): Avusturya’nın iletişim yoksunu toplumsal damarını röntgenci ve fütursuz çıplaklık içeren bir gelenekle harmanlayan, belgesel geçmişinin çarpıcı gerçekliğiyle de dikkat çeken bir auteur... Ulrich Seidl, bu kez Cannes, Venedik ve Berlin’de yarışıp ödüller almış ‘Cennet Üçlemesi’ ile karşımıza dikiliyor. ‘Aşk’, ‘İnanç’ ve ‘Umut’ alt başlıkları üzerinden bir ailenin üç bireyinin cinsel-ilişkisel kaosuna odaklanıyor.
6-Goltzius ve Pelikan Kumpanyası (Goltzius and the Pelican Company) (2012): ‘Tulse Luper’in Çantaları Üçlemesi’nde ekranı farklı bölmelere ayırıp anlatıcı sesini de ona göre yorumlarken, sanat tarihinin bambaşka süreçlerine bakış atan bir model üretti. Greenaway, bu şablonu 16. yüzyıla uyarlayıp erotik gravürcü Hendrik Goltzius’un hikayesine yapıbozucu bir kıyafet giydirerek canlandırıyor. Deney patlamasıyla anılabilecek eser elbette hassas zihinlere göre değil!
7-Lucia’dan Sonra (Después de Lucía / After Lucia) (2012): “Daniel ve Ana” ile dikkat çeken Michel Franco’nun ikinci eseri Meksika’daki eğitim sistemindeki çarpıklıklara asap bozucu bir bakış atıyor. Meksika’nın ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ dalında Oscar aday adayı olan “Lucia’dan Sonra”, 2012’de Cannes Film Festivali’nde aldığı ‘Belirli Bir Bakış’ ödülüyle dikkatleri üzerine çekmişti.
8-Saksı Olmanın Faydaları (The Perks of Being a Wallflower) (2012): Ergenliğe geçiş döneminde ‘üçlü ilişki’ kavramının etrafında dönen, bunun arkasına ‘edebi derinlik’ de ekleyen bir eser. Stephen Chobsky’nin kendi romanından uyarladığı eser, bu ahengi hissettirirken Logan Lerman, Emma Watson ve Ezra Miller’a da çok şey borçlu. Aşkın, cinsel özgürlüğün ve okul yıllarının sınırlarında bir “Jules ve Jim” öyküsü denebilir.
9-Sislerin İçinde (V Tumane / In the Fog) (2012): “Mutluluğum”da Rus siyasi tarihinde zihinsel-gerçeküstücü bir yolculuğa çıktığı görülen Sergei Loznitsa’nın ikinci filmi de bir o kadar iddialı. Oradaki yol filmi konsepti bu kez savaş filmine transfer oluyor. Nazi kontrolündeki Sovyetler Birliği’nde demiryolu işçisi Sushenya’nın, ormanın ortasında hainlik ve ahlaki mücadeleyle yüzleşmesi ‘insan’ kavramı üzerinden ana meseleye dönüşüyor.
10-Lanetli Kan (Stoker) (2013): Park Chan-Wook’un ‘melez’ evrenlerine alışık olanları tatmin edecek Hitchcockyen bir Douglas Sirk filmi diyebiliriz. Yönetmen burada Hollywood’da sömürülen Hitchcock mirasını ‘zamansız’ ve ‘camp’ bir dünyayla yeniden harmanlayıp inadına biçimcilik ve yapaylıkla ‘zirve’ye taşıyor. Hem de köklü bir burjuvazi taşlamasının beraberinde...
11-Beyaz Nöbet (White Epilepsy) (2012): Üçüncü Fransız Yeni Dalgası’nın Gaspar Noé ile birlikte en özgün yönetmeni Philippe Grandrieux bu sefer “Beyaz Nöbet”in peşine takılıyor. “Karanlık” (“Sombre”, 1998), “Yeni Bir Hayat” (“Une Vie Nouvelle”, 2002) ve “Göl”ün (“Un Lac”, 2008) ardından bir kez daha seyirciyi zihinsel, hiççi ve soyut evreninde kendini sorgulamaya davet ediyor. Elbette bu Fransız Yeni Dalgası etkili dünyaya ‘sevgi’yle yaklaşmak da, ‘tepki’ duymak da serbest...
12-Camille Claudel 1915 (2013): Fransız sinemasının kadın figürü Juliette Binoche ile tavizsiz minimalist yönetmeni Bruno Dumont, heykeltıraş ‘Camille Claudel’in iç karmaşasını yansıtma adına ilk kez bir araya geliyor. Rahatsız edici ve suç yüklü dünyalarına ‘mistisizm’ de katmaya başlayan yönetmen, bu kez farklı bir platformda arayış peşinde. Elbette “İnsanlık”, “İsa’nın Yaşamı”, “29 Palmiye” ve “Hadewijch”i sevenler bu ‘kabuk değiştirme’ hareketini de merakla bekliyor.
13-Tanrı Amerika’yı Korusun (God Bless America) (2011) : “Katil Doğanlar” tabanlı bir tüketim toplumu eleştirisini, sübyancılığa varan bir çiftle doldurup hedeflerini yüksek koyan bir yapıt. Sinsi Amerikan bağımsız yönetmeni Bobcat Goldthwait, pembe dizi estetikli “Seks İtirafları”nda (“Sleeping Dogs Lie”) ‘hayvan seviciliği/zoofili’ kavramını inceledikten sonra sınırları zorlamayı sürdürüyor. Bu sefer ağzı bozuk, bol şiddetli ve ikilisinin yaş farkıyla ahlaki tartışmalar açacak bir katil aşıklar filmiyle çıkageliyor.
14-Kutsal Dörtlü (Svata Cteverice / The Holy Quaternity) (2012): Sinemanın özgürlükçü döneminde Paul Mazursky, eş değiştirmenin üzerine giden “Bob & Carol & Ted & Alice” (1969) ile bazı tabuları yıkmıştı. Çek yönetmen Jan Hrebejk ise burada bu durumu ‘mizahi bir yanılsama’yla sarıp günümüzün evliliklerine uyarlıyor. Çek Cumhuriyeti’ndeki ailelerin muhafazakar ve dindar yapısını, ironik bir dille sarsmaya çabalıyor.
15-Gizli Kimya (Upstream Color) (2013): “Primer” ile bir bilimkurgu zihni oturtan ancak tepki de gören Shane Carruth, ikinci eserinde ‘felsefi kafa yapısı’nı yine benzer bir sürece uyguluyor. Şu ana kadar 2013’ün en çok merak edilen ve ilgi uyandıran eserlerinden olan “Gizli Kimya”, bir organizmanın yaşam döngüsüyle bir araya gelmiş bir erkek ile bir kadının öyküsüne uzanıyor. Kimlik arayışıyla hayalleri iç içe geçiren bir bilimkurgu evreninin sözünü veriyor.
16-Yük (Mu-Ge / The Weight) (2012): Kambur levazımatçı Jung’un hayatını ölüleri temizleyerek geçirmesi başlı başına bir ‘tekinsizlik’ yaratmışken, onun peşine takılan karakterler ve yaşadığı olaylar da bu duruma eşlik edecektir. Üvey anne, transeksüel erkek kardeş ve daha nicesi ise garip ve albenisi yüksek bir filmi tatmamıza olanak tanıyacak gibi. Belli ki “Yük”, festivalin en rahatsız edici deneyimlerinden birini yaşatacak.
17-... Adına (W Imie / In the Name of) (2013): Din ve cinsellik temalarını aynı potada eritirken, kilisenin dehlizlerinde özgürlükçü yollar açmasıyla ilgi uyandıran bir yapıt... “Kadınlar” ile tanıdığımız Malgorzata Szumowska, bu kez bir erkeğin cinsel arayışını merceğine alıyor. Üstelik o kişi, eşcinsel olduğu düşünülen bir rahip...
18-Zıt Kardeşler (Le Grand Soir) (2012): Gerçeküstücü öğeler barındıran, minimalist ve absürt komedi anlayışlarıyla dikkat çeken Gustave de Kervern-Benoît Delépine ikilisi yine formlarındalar! Çılgın ruhlarıyla bu kez ‘iki kafadar komedisi’ şablonunu ‘kardeş ilişkisi’ üzerinden canlandırıyorlar.
19-Bayanlar ve Baylar (Final Cut: Hölgyeim és Uraim / Final Cut: Ladies and Gentlemen) (2012): Macar sinemasının dikkat çekici yönetmenlerinden György Pálfi, “Hıçkırık” ve “Taxidermia” ile duyduğu saygının devamında bu kez bir sinema belgeseline imza atıyor. “Bayanlar ve Baylar”, yedinci sanatın tarihinden parçalar eşliğinde özgün bir aşk hikayesinin sözünü veriyor. Sinefiller için biçilmiş bir kaftana dönüşüyor.
20-Garip Turistler (Sightseers) (2012): 31. İstanbul Film Festivali’nde “Ölüm Listesi”ni izlediğimiz Ben Wheatley, bu kez soluğu ‘katil aşıklar filmi’nin yamacında alıyor. Sıradan bir çiftin ‘şans eseri’ işlediği suçları, kan ve mizah oranı yüksek bir İngiliz kitchen sink draması karşıtı temele dayandırıyor. Böylece “Bonnie ve Clyde” ile bilinen alt türüne bir hiciv örneği kazandırıyor.
21-Ne Yaptın Richard? (What Richard Did) (2012): Lenny Abrahamson’un filmografisinin üçüncü halkası, lise ile üniversite dönemi arasındaki mükemmel bir öğrencinin çöküşünü ve ruhsal dünyasını perdeye aktarıyor. Jack Reynor’ın canlandırdığı Richard’ın şiddetle yüzleşmesinin ardından yükselen ‘psikolojik’ travmayı etkileyici anlarla ve capcanlı bir sinemayla yansıtıyor.
22-Çocuk Pozu (Pozitia Copilului / Child’s Pose) (2013): Festivalin 2010 ayağında gösterilen “Şeref Madalyası” ile dikkat çeken Calin Peter Netzer, sosyal gerçekçi geleneği doğru bir samimiyetle kavramasını bilen ender yönetmenlerden biri. Burada da bir kaza sonrası değişim geçiren ‘anne-oğul ilişkisi’ni ve ‘aile yapısı’nı merceğine alıyor. Berlin’den taze Altın Ayılı “Çocuk Pozu”, Romen Yeni Dalgası’nın çerçevesinden bambaşka bir yol bulmaya çabalıyor.
23-Hayallerin Ötesinde (Imagine) (2012): Görme engellileri eğiten bir klinikte çalışan görme engelli Ian, sıra dışı yöntemleriyle dikkat çekmektedir. Ancak öğrencilerinden birine aşık olunca beklenmedik gelişmeler birbirini izleyecektir... Polonyalı yönetmen Andrzej Jakimowski’nin üçüncü sinema eseri “Hayallerin Ötesinde”, büyüleyici anlarla dolu ve hayal gücünüzü zorlayacak bir yolculuk vaat ediyor.
24-Bir Vampir Hikayesi (Byzantium) (2012): İki kadın vampirin 19. yüzyıldan da destek alan hikayesi, modern dünyaya uyarlanıyor burada. “Kurtlar Sofrası”nın ve “Vampirle Görüşme”nin müsebbibi Neil Jordan, ‘Blade’ ve ‘Alacakaranlık’ dönüşümü görmemiş ağırbaşlı bir alt tür ürününe imza atıyor. Gemma Arterton ile Saorsie Ronan’ı bir araya getiren eser, aristokrasinin dönemsel değişimini görmek ve 80’lerin vampir filmlerinin ruhunu yeniden yaşamak isteyenlere hitap ediyor.
25-Perde (Pardé / Closed Curtain) (2013): Yasaklı yönetmen Cafer Panahi’nin arkadaşı Kamboziya Partovi’nin katkısıyla çektiği “Perde”, geçen ay Berlin Film Festivali’nde ‘En İyi Senaryo’ ödülüne ulaştı. Bir senaristin yaratıcılık sıkıntılarını ele alan eserde Panahi’nin kendisi de bu ‘sancılar’a ‘konuk oyuncu’ olarak destek veriyor. Bir anlamda hapishanedeki dönemlerinin ‘sinemasal’ dışavurumunu canlandırıyor.
KLASİKLER'DEN
1-Açlık (The Hunger) (1983): Açtığı kapıların saymakla bitmeyeceği 80’lerin vampir filmi başyapıtının Tony Scott’ın vefatıyla birlikte yeniden bir ‘perde zevki’ne dönüşmesi sevindirici... Catherine Deneuve, David Bowie ve Susan Sarandon’ın cesur sahneleri de elbette unutulmadı!
2-Dekameron (Il Decameron / The Decameron) (1971): 20. yüzyıl ve Orta Çağ arasında bağ kuran, cinsel yozlaşma odaklı cüretkar dokuz öykü... Boccaccio’nun hikayelerinden uyarlanan bu Pasolini cinliği, büyük oranda dünya sinemasının kaderini de belirlemişti. ‘Modern sinema’ eğilimlerine ‘ekstra tuğlalar’ eklemesiyle bir ustanın ‘çıkış’ını müjdeleyip ‘Yaşam Üçlemesi’ni başlatmıştı. Sinema yazarlığının duayenlerinden Rekin Teksoy anısına gösterilecek filmin değeri bizim için daha da özel.
3-Yok Edici Melek (El Angel Exterminador / The Exterminating Angel) (1962) Bunuel’in Franco rejiminden kaçarak Meksika’ya sığındığı dönemden anlamlı bir taşlama... Gerçeküstücü sinemanın dehasından hayvanlaşmaya, barbarlaşmaya yüz tutmuş aristokrasiyi bu yönüyle kapalı alana sıkıştıran katmanlı bir sinema şöleni. Yönetmenin ruhunu tanımak, en azından ara dönemini bilmek için ‘bir şart’ aynı zamanda!
4-Güvenlik Sonra Gelir (Safety Last!) (1923) Frederic S. Newmeyer ve Sam Taylor imzalı 1923 tarihli eser, sessiz sinemanın palyaçolarından Harold Lloyd’un halet-i ruhiyesini anlamak için birebir. Bir tezgahtarın başına gelenleri, polisler, sevgililer ve arkadaşlar eşliğinde ele alan bir fiziksel (slapstick) komedi şaheseri...
5-Beyaz Kadına Dokunma (Ne Touche Pas à la Femme Blanche / Don’t Touch the White Woman!) (1974) Marco Ferreri’nin hınzır ve camp taşlamalarının ‘western’ şubesi, o kadar garip metaforlarla örülü ki adeta içinden çıkmak imkansız. Peki ama sürekli yükselen zevk kat sayısının mı yoksa sinemasal derinliğin mi? Bu sorunun cevabını vermek de Catherine Deneuve, Marcello Mastroanni, Philippe Noiret gibi oyuncuların etkisinden kurtulduğunuzda size kalmış.